top of page
80334516_132021361152535_4583421642697129367_n-removebg-preview.jpg

RYOTA WATANABE

1994, 1 Ocak. Yılın ilk günüydü. Tüm halk yeni yılı coşkuyla kutlarken Watanabe konağında büyük bir fırtına kopuyordu. Normalden küçük doğan bebek yalnızca birkaç günlükken hastalanıvermiş, Japonya'nın soğuğuna dayanamamıştı o minik bedeni. Bu hastalıktan Minako'yu sorumlu tutmuşlardı. Ne kadar ilgilense de hasta olmuştu ve elinden hiçbir şey gelmiyordu. İlgilenmesine rağmen hastalığından kendini sorumlu tutan aileye karşı beslediği düşmanlık artık çocuğuna da bulaşmıştı. Sonuçta o da bir Watanabe'ydi ve tüm Watanabe'ler gibi iğrenç biriydi. Bugünden sonra Minako oğlu Ryota'yla hiç ilgilenmemiş, yalnızca yemek ihtiyacını karşılayacak şekilde onu görüyordu, ki bu süreye bile dayanamıyordu.


Yıl 1998. Bir süredir Minako'nun şişkin olan karnı artık sona ermiş, bir erkek evlat daha sunmuştu Watanabe'lere. Ryota ise abi olmuş, minik elleriyle yanaklarını seviyordu kardeşinin. Ağladığında boyunun yetişebildiği kadar ona dokunuyor, susması ve uykuya devam etmesi için hiç bilmediği ninnileri söylüyordu. Kimseden duymadığı ninnileri kardeşi duyuyordu. Ona verilen sevgiyi hisseden, Kazumi dakikalar içerisinde uykusuna geri dalıyordu ve Ryota'nın bekleyişi tekrar başlamış oluyordu böylelikle.


Yıl 2000, 24 Şubat. Altı yaşına basmış Ryota, evdeki bitmek bilmeyen kavgadan, gürültüden ve en çok da huzursuzluktan kaçıp evlerinin arkasındaki ormanlık alana gidiyordu. Yaşıtları henüz okuma yazma öğrenirken ona bu çoktan öğretilmişti ve neredeyse kendinden büyük olan vakizaşi'yi(şoto bıçağına sahip, 30 ile 60 cm uzunluğu arasında -genellikle 50 cm) katanaya benzeyen fakat daha kısa olan Japon kılıcıdır. Samuraylar vakizaşi ve katanayı beraber taşırlardı. Çift kılıç taşımaya dayişo adı verilir. Dayi (uzun) katanayı temsil ederken şo (kısa) ise Yakizaşi'yi temsil etmektedir. Katana ana kılıç, vakizaşi ise eş kılıç olarak anılırdı.- kullanmayı öğreniyordu. Eğitimleri onu kardeşinden iyiden iyiye uzaklaştırıyordu. Ağır eğitimlerde güçsüz kolları başlarda çok zorlandığından geceleri uyutmayacak derecede ağrıyordu. Normalde bu ağrılarını sevecek, onu okşaması ve şevkatle sarması gereken biri olması gerekirdi ama böyle biri ne o konakta ne de koskoca Japonya'da vardı. 


Her gün kahvaltıdan sonra ormana gider, eğitmeniyle birlikte çalışırdı. Alışmaya başlamıştı bu düzene. Kolları eskisi kadar ağrımıyor, geceleri rahatlıkla uyuyabiliyordu. Eğitimi bittiğinde konağa bırakılırdı ve tüm günlerini renkli kitaplar okuyarak geçirirdi. Her birini düzenli şekilde sıraya koymuş, tek bir zarar gelmemesi dikkatlice koruyordu. Eğitim erken bittiğinde koşarak dere kenarına gider, orada okurdu o kitapları. Büyüsüne kapılır, tüm gününü orada geçirirdi. Ne var ki eve geldiğinde onu merak edip 'neredeydin sen?' diyen bile olmazdı. 


2000, 23 aralık. Küçük çocuğun doğum günüydü. Hemen önceki gece leziz çikolatalı pastalar ve üzerinde tam yedi tane üfleyeceği mum hayal etmişti. Tutacağı dileği bile düşünmüştü: annesinin onu çok sevmesi. En büyük dileğiydi bu. Sokaklardaki kutlamalar başladığı anda güne gözlerini açmış, koşarak aşağı inmişti tüm sevinciyle. İstediği tepki yerine "evin içinde koşulmaz! Bunu sana öğretmediler mi?" diye azarlanmak olmuştu. Öğretilmişti, tıpkı diğer şeyler gibi bu da öğretilmişti. Masaya oturup yavaşça tabağındakileri yiyordu. Yavaş yemesi bile gözlere batıyordu. 


Yemekler bitince eğitimi için ormana koştu hızlıca. Artık yedi yaşına girmişti, kocaman bir çocuk olmuştu. İstediği kadar koşabilirdi; eğlenebilirdi. Her ne isterse yapabilirdi. Saatler süren eğitim bittikten sonra kitaplarını almak için eve döndüğünde odasında kabarık tüylü, beyaz bir kedi onu karşılamıştı. Ardından arkasından sarılan kolların sahibine baktığında bu kişinin annesi olduğunu gördü. Doğum gününü hatırlıyor muydu yani? Ona sürpriz mi yapmıştı? Sevinç çığlığı attıktan sonra ufak bedenini annesine daha da yaklaştırıp sıkıca sarıldı. Minako geri çekildiğinde küçük çocuk da geri çekilmişti ve parıldayan gözlerini annesinden hiç ayırmıyordu. Ona en iyi şekilde bakmasını istediğini söyledi. Bu isteği kendisini görev bilmişti Ryota. Minako odadan çıkar çıkmaz usluca duran kediyi kucağına aldı güzelce severek yatağına uzandı. Yorgunluğundan eser kalmamıştı. Tüm günü onunla geçirmişti. En güzel ve tek doğum günüydü bugün. 


Yıl 2001, 27 mart. Minik kedisiyle günlerini geçirmeye devam ediyordu Ryota. Gün geçtikçe ufak yaratığa daha da bağlanmıştı. Bildiği tüm sevgiyi ismini *** koyduğu kediye veriyordu. Anlamasa da sadece onunla konuşuyor ona yemek veriyordu. Annesinin istediği şeyi en iyi şekilde yapıyordu. Derenin kenarında kendine kurduğu dünyada bile tek sahip olduğu şey küçük ***'dı. Bu dünyada renkli kitaplar ve ağaçlarla çevrelenmiş dere vardı. Büyük annesinin anlattığı savaş zamanlarından kalan. Hayalindeki yıkık dökük evler vardı. Oraya gider oyunlar oynar yorulunca da bir köşeye kıvrılır uyurdu. Üzerine bir şey örtmeye gerek bile olmazdı, onun dünyası hiç soğuk olmazdı ama hep de karanlıktı.

M. Yılmaz: Ekip

Tokyo, Japonya.

©2021, tokugawafamily tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page